Bir şövalye olarak Celalettin Kesikbaş

Zırhını eğitimiyle parlatmıştı nitekim. Alışmadığımız soneler dökülüyordu ağzından. Kılıcından daha keskin zekası dillere pelesenk olmuştu. Parlak zırhı ile meydana çıktığında şehrin pencerelerinden kendisine çiçekler atılacağı tahmin ediliyordu. Düelloya çağırdığı her isme karşı Kesikbaş isminin tribünlerden yankılanması makul bir beklenti sayılabilirdi. Duymadıklarımızı anlatacak, anlattıkları ile mest edecek, yaptıkları ile kahraman ilan edilecekti. Hızda marifet olsa şimdiye kadar çoktan kahraman ilan edilmişti. Atından hızlı koştu Celalettin başkan. Her şeye geç kalmış gibiydi. At bile yük oluyordu. Herşeye geç kalınan ve hiçbir şeye yetişilmeyen kendi zamanından, mütemadiyen biz fanilere sesleniyordu. Duyamadık belki de… Duymuş olsak da pek çok şeyini anlayamadığımız kanısındayım. Belki de anlatmaya da vakti yoktu. Kervanı yolda düzecekti de, şövalye ne yapsındı çölün bedevisini. Atından hızlı koşmuştu develeri mi bekleyecekti? Şimdi soluk alıyor. Atsız bir şövalye olunamayacağının farkına varmış bana kalırsa. Kılıcını tecrübe ile biledi diyebiliriz bir yerde. Mızrağıyla dağıttığını iğne ile topluyor. Ve farkında  “cesaretin ihtiyat ile el ele yürümesi” gerektiğinin...