"Toplumun nereye koştuğu kadar nereden kaçtığı da önemli..."

Son KHK ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyeliği görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Cem Kaptanoğlu, Soner Uçak’ın sorularını yanıtladı. Röportaj’ın birinci bölümünü bugün siz okurlarımız ile paylaşıyoruz.

Hocam, öncelikle çok fazla kafa yorduğunuz bir konu ile başlayalım. Toplumun ruh sağlığını nasıl görüyorsunuz?
 
Son 10 yılda çocuğa yönelik cinsel istismar olaylarında ciddi artış yaşandı. Kadın cinayetleri artık neredeyse gündelik hayatımızın bir parçası, işsizlik oranı 10 milyon, iş kazarlında Avrupa’da 1’inci sıradayız. Yolsuzlukta dünya 3’üncüsü bir ülke konumundayız. Bunlara baktığımız zaman toplumda bir şeylerin yolunda gitmediğini söyleyebiliriz. Evet, bir şeyler yolunda gitmiyor. Yakın zamanda ( 7haziran sonrası yaşanalar kast ediliyor) çok ciddi yüzlerce insanın hayatını yitirdiği şiddet olayları yaşandı bu ülkede. Bunlara rağmen bir toplumun sağlıklı kalabilmesi zor. Öte yandan daha etkilerini silemediğimiz, failleri ile hesaplaşamadığımız, çok uzun süre en azından toplumun yarısını ciddi şekilde sarsmış, askeri bir diktatörlüğün bir şekilde hala izlerini taşıyoruz. 12 Eylül mağdurlarının yanı sıra hala, 12 Eylül ruhunu taşıyan bir siyasi ve toplumsal atmosfer altında yaşıyoruz. Bu anlamda bakıldığı zaman toplumda bir şeyler yolunda gitmiyor. Bu yaşananlar karşısında toplum zayıf da olsa tepki verir. Örneğin 7 Haziran’da bunun son örneğini yaşadık. Toplum 7 Haziran’da bütün olumsuzları değerlendirdi ve İktidar partisini iktidardan düşürdü. Yaklaşık 15 yıla yakın süredir iktidarda olan bir partiye hesap sordu. 
 
 
Hesap sordu belki ama bu hesabın ardından yine AK Parti kendisini iktidara taşıyacak desteği yakaladı. Bu yönden bakıldığında AK Parti’nin hesabının çok fazla kabarık olmadığını mı düşünmemiz gerekiyor?
 
Toplumların şöyle bir özelliği var. Özellikle kaynakları kıt, dayanma, direnme, güçlerini zayıflatacak kadar gelir eşitsizliğinin derin olduğu toplumlarda korkunun artması, toplumu aşina olana sarılmaya sevk eder.  Çünkü toplumlar düzensizlikten ve kaostan korkar. Bu korkunun rol oynadığı yöntem Türkiye toplumuna yoğun bir şekilde uygulandı. Mesela 7 Haziran ardından seçimlere kadar geçen sürece bakıldığı zaman yaşanan şiddet olayları toplumu yine bu korkuya sevk etti. Her yerde bomba patlıyor. Çok sayıda insan canını kaybediyor. Toplum bu süreçte, ‘var olan her şeyi kaybedeceğiz’ dedi. Topluma sürekli söylendiği üzere ‘Irak, Suriye gibi olacağız’ korkusu, yaşanan olaylar göz önüne alındığınca atlatılması zor travmalardır. Bu yüzden toplum aşina olana sarılarak, bu korkularından kurtulmayı hedefledi.
 
 
Ak Parti’ye verilen destek göz önüne alındığında liderlik faktörünü de atlamamamız gerekiyor gibi bir düşünceyi de göz ardı edemeyiz zannediyorum. Ne dersiniz?
 
Farklı toplumsal kesimlerin beklenti ve arzuları her zaman liderleri aşar. Siz ne yaparsanız yapın toplumda yüzde 40-50 gibi bir destek alıyorsanız bu sizin hipnoz yeteneğiniz ile alakalı değildir. Toplum bazı somut, basit gerekçelerle sizi destekler. Ancak toplumun can havliyle bir iktidara sarılmasının nedenini araştırmak istiyorsak, toplumun neden ve nereden kaçtığına bakmak gerekiyor. AKP İktidarının 15 yıl boyunca en fazla kullandığı kelime ‘darbe’ dir. Toplumu belirli aralıklarla kendi iradesini, beklenti, arzu ve isteklerini hiçe sayan askeri diktatörlüklerce tepeden şekillendirilmiştir. Bundan kaçanlar sadece suni Müslümanlar değildi. Kürtler, aleviler, solcular liberallerde bu askeri darbelerden kaçanlar arasında yer aldı. AKP’yi destekleyenlerin büyük çoğunluğu darbelerden kaçan bu kesimden oluşuyor. Bugün yine darbe sözcüklerinin ateşlenmesi de bu açıdan bakıldığında tesadüf değildir.   
 
Peki, bu korkunun kökenine inersek karşımıza ne çıkar?
 
Cumhuriyetin başlangıcından itibaren, parlamentoda çoğunluğu kursa da, iktidar koltuğuna tek başına otursa da partileri ordu ile koalisyon kurmak zorunda bırakan anti demokratik parlamenter sistemin bu korkunun oluşmasında büyük etkisi var. Hiçbir ilgisi olmamakla birlikte AKP’nin yaptıklarının bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi olduğu ile ilgili toplumun hala ikna ediliyor olmasında bu hafızanın ciddi bir payı var. Neden hala darbe sözcükleri ortalıkta uçuşurken mağdur edebiyatına sığınılıyor. Çünkü toplumun darbe beklentilerinden oluşan bu kaygıları uyandırmak amaçlanıyor. Artık pilotların bile başı örtüldüğünü göz önüne alırsak bu söylemler iktidarı sürdürmek için kullanılıyor.
 
 Söylediklerinizden anladığım kadarıyla AK Parti toplumun belirli kesimi için bir barınak olmaktan daha çok bir sığınak görevi görüyor? Yanılıyor muyum?
 
Evet, AKP destekçilerinin büyük çoğunluğu için bir sığınaktır. Toplumda kadim iyilerin parçalandığı yönünde emareler bulunuyor. Mesela hırsızlık, cinayet, talan, yalan bunlar İslamiyet öncesi de kötü olan şeylerdi. Bunların toplumun değerlendiremediği akıl ve vicdanlarda tartamadığını düşünmek mümkün değil. Ama toplum kaçış süreçlerinde o can havliyle bir şeylere, birilerine yapışma gereksinimi hissediyor. Gündelik hayatlarında daha önce yaşadığı kamusal alanda kendisine yönelik tepeden, aşağılayıcı bakışları bu iktidar sürecinde ortadan kalktığını düşünüyor. Bu kaybetmek istemediği ruh halidir. Bunu bir kazanç olarak görüyor. Ve kaybetmek istemiyor. Oysaki bu vatandaşlık hakkı ile bir şeydir. İktidarın pek çok olumsuzluğunun farkında aslında. Ama burada ruhsal  dünyamızın bir savunma mekanizması devreye giriyor: Yadsıma. Yadsıma savunma mekanizması görüyorum, duyuyorum ama ile başlayan bir süreçtir. Fakat kötülüğün gün geçtikçe birikmesi bizde huzursuzluğa yol açar. Bugün AKP’ye destek verenlerde bu huzursuzluk var. Artık ‘kötü ama’yı kaldıracak kadar az değil. Fakat toplum travmalar ve örselenmelerin etkisi geçtikten sonra önündeki durum olay ve düşünce ile ilgili olarak bir mesafe koyar ve düşünmeye başlar. Travmaların sürekli olduğu bir toplumda rasyonel kararlar vermek olanaksızlaşır. Toplum bu dönemlerde aşina olduğuna sarılır.
 
“AKP demokratikleşme konusunda samimi değildi”
 Peki hocam Anayasa değişikliği referandumu sonrasında tüm bu olumsuzlukları ülke olarak atlatabilecek miyiz?
 
AKP, 2010’a kadar balkon konuşmalarında halkın tamamını kucaklama çabası sergiliyordu. ‘Siz bana çok kötü davrandınız ama ben size yapmayacağım’ diyerek toplumun geneline hitap etmeye çalışıyordu. Ancak sonradan gördük ki bu söylemlerinde samimi değilmiş. Eski bir AKP’li bakanın dediği gibi tüm kesimin duyguları pipetle emilmiş. AKP’nin çıkışı demokratikleşme iddiası ile olmuştur. Ancak zihnindeki Türkiye, dünya projesi, gelecek ile arzusu kendi içlerindeki ilişkiler ve çıkarlar bu iddianın samimi olmadığını gösteriyor. AKP ilk dönemlerinde her kesimden ciddi destek aldı. AKP gömlek değiştirme iddiası ile iyi bir çocuk olacağını söyledi. Büyüdü, babayı öldürdü. Şimdi yeni baba olmak istiyor. Oysaki babanın gücüne hiçbir çocuk erişemez. Bu tarihi terse sarmaya benzer. Artık oğulların her birinin mutabık olacağı bir yol bulmak gerekiyor. 2017 Türkiye’sinin sınıfsal, kimliksel çeşitliliği ve birikimi tek bir çocuğun her şeye müdahalesine izin vermez.
 
Hocam çok duymaktan ve kullanmaktan hoşlanmadığım bir konuyu da bu bağlamda sormak istiyorum. Anayasa referandumu ülkeyi bir iç savaşa taşıya bilir mi?
 
Bazıları ülkede iç savaş çıkma arzusunda olabilirler. Bu elbette ki salt ülke içi değil,  ülke dışı dinamiklerinde tetikleyebileceği bir olgu. Ancak ben şiddet olaylarının “evet”te ,“hayır” da da artacağını ön görürken, iç savaş ihtimalini ön görmüyorum. Şiddetin önüne geçilmesi için en iyi yöntem toplumun her kesiminin dahil olacağı bir sözleşme imzalamasıdır. Bu da tüm kesimlerin özerkliği anlamını taşır. Örgütlenme ve bilgi edinme hakkı tanınmadan kişiler nasıl özgür iradesi ile hareket edebilir diye düşünmek gerekiyor. Dünyada en fazla tutuklu gazetecinin olduğu ülkeler sıralamasında başı çekerken, akademilerde aykırı düşünenleri uzaklaştırırken her kesimin kendisini özgürce ifade etme olasılığı maalesef yok. Mevcut anayasa ise bugünkü görüntüsü ile 30 yıl mücadele ile ciddi şekilde genişletilmiş ve yumuşatılmış 12 Eylül Anayasasını aratır bir pozisyonda. Bu anayasa teklifinin geçmesi halinde hayatımızın her alanına ciddi müdahaleler söz konu olacak. Bu yüzden hayır için toplumu ikna etmek şimdilik en önemli görevimiz.
 
 
Haberler