Kaygının meşrebimize etkisi

 İnsanın ilkel döneminde, tüm coğrafyalarda davranışsal şekillenişi bakımından temelde birkaç dürtünün olduğunu görürüz. Bu dürtüler hayatta kalma aşaması sonrasında çeşitlenerek insanoğlunun geleceğine şekil vermesinde önemli etkilere sahip olmuştur. Bu etkilerle, temel yaşamsal soru ve sorunların mantıksal çerçevede dönemin bilgi düzeyine göre yanıtlanmaya çalışıldığını görürüz. Bu olumlu yönlendirme sağlayan dürtüler aşırı hale geldiğinde ise olumsuz etkenlere dönüşebilir. Bunlardan birkaçı insanın kızdığı, üzüldüğü, korktuğu, paniklediği vb. duygu durumlarına hitap eder. Bu durumlar insanın ayrılmaz parçasıdır; ki geçmişte tanrıları bile mitolojide buna göre kategorize etmiştir.

      Bugün modern Dünya'da, gelinen noktada bazı dürtülerimizi tetikleyen etkenin adı bilinen adıyla kaygı olarak koyulmuştur. Duygu olarak bizi çeşitli ifade edişlere sevk eden bu halin ileri boyutlara ulaştığında hastalık olarak tanımlandığı biliyoruz. Stres, üzüntü, kızgınlık, korku, içe kapanık olma, bunalım vs. gibi birçok şekilde karşımıza çıkmaktadır. Sorunun düşünsel olan kısmına gelirsek, kaygı bir bireye, bir aileye, bir topluma, bir ülkeye neler yaptırabilir? Nelere mal olabilir?

       Bireyden başladığımızda, örneğin iş arayan bir vatandaşın aynı zamanda yoğun ekonomik baskı altında geçim sıkıntısı yaşadığını düşünelim. Bu kişi çağırıldığı iş mülakatında iş verenin ya da temsilcisinin karşında kaygı yönetimini doğru yapamazsa büyük ihtimalle tökezler. Eğer o işe alınmadığında sıkıntılarının devam edeceği baskısını kafasından atamaz ve görüşmeye tam odaklanamazsa sorulara verebileceğinden düşük nitelikte cevaplar verebilir. İşi alamayabilir. İşveren açısından bir durum ele alırsak, ülkedeki genel koşullar kötüye gittiğinde kaygıya kapılarak yaşadığı stresle yanlış kararlar alıp gereksiz mali yüklerin altına girebilir veya yapması gereken yatırımdan kaçınabilir; hatta küçülmeye yönelip, önlem olarak çalışan sayısını azaltabilir. Her durumda kendisi veya çevresinin olumsuz etkileneceği ortadadır.

        Perspektifimizi biraz daha genişlettiğimizde, bir aileye odaklandığımızda; ebeveynler çocuklarının geleceği ve güvenliği için başta olmak üzere birçok konuda kaygı taşırlar. Ebeveynler açısından; aile içinde yaşanabilecek ekonomik kaygılar, bununla birlikte çocuklara iyi gelecek verememe kaygısı ve dahası çocukların istediklerini elde edemediklerinde yaşayabilecekleri elalem kaygısı muhtemelen hane içinde huzursuzluk doğmasına yol açacaktır. Konuyu ekonomi ekonomik şartlar değil de güvenlik olarak düşünürsek; ebeveynler geçmiş travmaları kaynaklı olarak süreklilik gösteren kaygılara sahip ise aşırı korumacı olabilir ve çocukların kişisel gelişimlerine, kendilerini ifade edebilmelerine set çekebilir. Yine bir huzursuzluk ortamı kaygı kaynaklı var edilmiş olur.

         Odağımızı daha da genişletelim ve kaygılı bireylerden, kaygılı ailelere; onlar sonucunda oluşan kaygılı topluma bakalım. İş kaygısı, geçim kaygısı, gelecek kaygısı, ifade kaygısı, refah kaygısı toplumun unsurlarında yaygın olarak varsa ve bunlar gibi daha onlarca çeşit etken kitlesel hale geldiyse bütün bunların sonucunda çabuk kızan, çabuk inanan, çabuk üzülen ve daha birçok olumsuz duygu , soğukkanlı olmaktan fersah fersah uzak toplum elde etmiş oluruz. En sonunda bunun devlet yapısına da sirayet ettiğini görebiliriz. Rusya buna en güncel örnektir.

         Soğukkanlılığı bırakıp iç ve dış etkenlerle bugün seferberlik ilan edecek noktaya getirildiler. Yukarıda saydığımız çoğu kaygı da o toplumda fazlasıyla mevcuttur. Ukrayna ise bambaşka bir vaka. Soğukkanlı olma hali, kaygı durumunun kontrol altına alınarak olaylara gereğinden fazla ve rasyonel olmayan tepki vermeyi ortadan kaldıran önemli bir enstrümandır. Bugün bizim ülkemiz içinde her alanda bu soğukkanlı olma halinin dramatik olarak azaldığını söyleyebiliriz. Bu durum bazen borsada, bazen de trafikte, kimi zaman evde, kimi zaman sokakta çeşitli hallerde karşımıza çıkmaktadır. En fazla öfke olarak tezahür ettiğini de ekleyebiliriz.

         Özetle son zamanlarda kaygı yönetiminde bizimde başarılı olduğumuz söylenemez. Soğukkanlılığı ve rasyonelliği kaybedersek ‘toplumun ortak aklını’ bu yoğun kaygılar bütünü nedeniyle yitirebiliriz. Başta yönetim erkleri olmak üzere ihtiyaç olan, bireyden topluma bu kaygıların azaltılmasını sağlamaktır. Bugünün popüler söylemlerinden biri olan güçlü ... vs. nitelemesini aslında sağlıklı diye dönüştürmeliyiz. Kaygıları azalmış sağlıklı birey, sağlıklı aile yapısı, sağlıklı toplum ve bunların sonucu doğal olarak güçlü devlet organizasyonu bizi tabiatıyla olmak istediğimiz ülkeler mertebesine ulaştıracaktır. O mertebeye ulaşmak dileğiyl

Haberler