KALANDAR SOĞUĞU

"Karadeniz’de bir dağ köyünde yaşayan Mehmet’in öyküsünü anlatıyor “Kalandar Soğuğu.” Hümay Ongan, sinemaseverler için yazdı.

 Karadeniz’de bir dağ köyünde yaşayan Mehmet’in öyküsünü anlatıyor “Kalandar Soğuğu.” Mehmet, yoksulluk içinde ailesine bakmaya çalışır, bir çıkış olarak maden aramasıyla perde aydınlanır. Bu giriş sahnesi esasında filmin genel gidişatı açısından seyirciye bir öğreti niteliğindedir. Bu işte bir türlü başarılı olamayan Mehmet çareyi boğa güreşinde bulur ve iki oğluyla birlikte Artvin’e, boğa güreşine giderler. Filmin çözülüş süreci de bu boğa üzerinden ilerler.
 Filmin başrolünü maden rezervi arama, boğayı arama, bir çıkış yolu arama sahnelerinde bolca gördüğümüz yemyeşil kah sisli kah yağmurlu kah karlı Karadeniz dağları oynuyor. “Kalandar”  ismi de bu coğrafyadan geliyor. Kalandar Rumi Takvim’e göre yılbaşı olan ocağın on dördüne tekabül ediyor, aynı zamanda bu ayın adı. Kalandar gecesinin ise Karadeniz, özellikle Trabzon için ayrı bir anlamı var. Bu gece bir yılbaşı kutlaması yapılıyor. Şimdilerde bu adet pek yerine getirilmese de bir önceki nesil bu kutlamalara yetişmiş. “Çendey” isminde yünden bir torba yapıyor köylüler, bu torbayı köydeki evlerin kapılarını çalıp içine atıyorlar, kimisi para koyuyor içine kimisi meyve, fındık gibi yiyecekler ve geri dışarı atıyor. Böylelikle kimlerin torbayı bıraktığı anlaşılmıyor. Filmde bu güzel adet işlenmiyor ancak bu ismi coğrafyaya saygı manasında güzel bir detay olarak görüyorum.
Filmde bu arama, çaresizlik, yoksulluk, hastalık olumsuzlukları terazinin bir kefesinde dururken Kalandar umudu da bir başka kefede duruyor. Özellikle köylüler tarafından hayalperest, işe yaramaz olarak görülen Mehmet’in vazgeçmeyişinde, “Bir kere buldum, yine bulabilirim.” diyerek maden aramaya devam edişinde görüyoruz. Şaşırıtıcı bir biçimde filmin sonu da bu umudu büyütüyor. “Şaşırtıcı bir biçimde” diyorum çünkü Türkiye Sineması’nda umudu unutur olduk. Güzel sekanslar, iyi diyaloglar, genç yönetmenler, harika ışıkla iyi bir gözle yakalanmış resimler rastlanır şey belki ama son dönem Türkiye Sineması için “Umut” yalnızca eski bir filmi ismi olarak mı kaldı? Bu belki dünyada ve sanatta genel olarak bir umutsuzluk çağında yaşayışımıza bağlanabilir ancak sanat -hem de bu kadar gerçek bir memleket öyküsünde- içinde bulunduğumuz koşullar ne olursa olsun bize ve sonrasına umut “kırıntıları” dahi sunamıyorsa, gerçekle bu bağlamda bir bağlantı kuramıyorsa nedir ki?
 Filmin izleyenleri bunca heyecanlandırması, gittiği her yerden ödüllerle dönmesi yalnızca güzel doğa fotoğraflar çektiğinden ve samimi yerel halktan oyuncularıyla gerçeklik manasında yarı belgesel bir hava yakalandığından değil bana kalırsa, sebebi biraz da aç kaldığımız bu umutlu yaklaşım.
 Sinemada son zamanlarda böyle bir eğilimle karşı karşıyayız. Tek odada geçen uzun sekanslardan oluşan “sanat filmleri” yerini doğaya dönüşe bırakıyor. Bunun en güzel örneği de 2014 senesinde Cannes’ten eli dolu dönen “Kış Uykusu.” Ancak bu film içi felsefe dolu uzun diyaloglar, derinlikli bir mana vadetmiyor. Tersine insanın doğayla arasındaki yaşamsal bağın derinliğini hatırlatıyor. Kentli yaşamlarımızda unutup bir yere kaldırdığımız daha yalın hisleri uyandırıyor. İnsan olmayı bu sadelikte hatırlatıyor.
Filmi hala “Başka Sinema” kapsamında Odunpazarı Belediyesi Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi’nde izleyebilirsiniz. Başka Sinema programı için;
http://baskasinema.com/seanslar/index.asp
İyi Seyirler...
 
Haberler