Cumhuriyetin 95’inci yılı anısına…

Sema Doyran önderliğindeki 132 kadın, İsmail Gaspralı Caddesi’nde bulunan ‘Örsem Aşkla’ atölyesinde bir araya gelerek bugüne kadar paylaştıkları emekleri ve el becerilerinin yanına; Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk sevgilerini eklemiş. 132 kadın Atalarına olan hürmetlerini, ilmek ilmek işlemeye karar vermiş. Az da değil tam tamına 2.852,496 ilmek.

Pek çok açıdan kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılmasına önayak olan Örsem Aşkla Örgü Evi’nde, projeyi hayata geçirmek için canla başla çalışan kadınların bir kısmı ile bir araya geldik. Gün gün, grup grup, sayı sayı bölmüşler projeyi ve nöbetleşe bir şekilde 29 Ekim’e yetiştirmek telaşlarının arasında beni de konuk ettiler. Ben de onların deyimi ile hem “okyanusta bir su damlası” olayım diye, hem de yaptıkları işin zorluğunu görmek için onlarla birlikte bir motif ördüm. O kadar meşakkatli bir şey yapıyorlar ki tekrar tekrar saygı duymamak elde değil bir kez daha birinci elden deneyimledim.

Projede yer alan kadınlar hislerini şöyle özetliyor: “Çok heyecanlıyız, evdeki bütün işlerimizi yarım bıraktık buna odaklandık. Sema Hanım’ın sayesinde büyük bir aşkla ve uyumla çalışıyoruz. Manevi değeri çok yüksek bir şey yapıyoruz. Cumhuriyet Kadınları olarak, koca denizin içinde birer su damlası olmak için Atamıza saygımızı sunmak istedik. Gençlere güzel bir şey bırakalım istedik. “

Bizde Sema Doyran ile hem Örse Aşkla Örgü Evini hem de “Atamız için 2852496 trabzan” projesini konuştuk.

Sema Doyran kimdir, Örsem Aşkla Örgü Evi nasıl ortaya çıktı sizi tanıyalım biraz?

47 yaşındayım, 2 çocuk annesiyim. Daha önce başka kurumlarda örgü eğitmenliği yapıyordum ben ama kendime özgü, yeni projeler yapmak için artık yoluma tek başıma devam ediyorum. Örsem Aşkla bu şekilde ortaya çıktı. Benim uzun zamandır yapmak istediğim bir projeydi bu. Ben annemin küçüklükten beri elime tutuşturduğu tığla beraber bu işin içindeyim ama 10 senedir yapıyordum profesyonel olarak. Aslında dikiş öğretmeniyim. Yıllar içinde pek çok alanla ilgilendim. Zaman zaman kopsam da bir şekilde hep işin içinde oldum. Çocuklar büyüyüp, eşim emekli olunca sıra bana geldi. On yıldır sektörün içindeydim zaten ama bir yere bağlı olunca istediğiniz gibi hareket edemiyorsunuz, aynı görüşte olamayabiliyorsunuz maalesef. Sonunda ben de bu özgürlük isteğimden dolayı bu atölyeyi açtım.

Anladığım kadarı ile bu sadece bir örgü evi değil, aynı zamanda muhteşem bir paylaşım ortamı Sohbetler, yemekler, şarkılar, türküler… Kadınlara da çok iyi gelen bir ortam gibi görünüyor.

Bir sürü kadınla beraberiz burada. Hem örgü teknikleri öğretiyoruz, hem projeler yapıyoruz ama en önemlisi de sosyalleşiyoruz burada. Birlikte örgü çatısı altında bir araya gelmiş bir kadınlar kulübüyüz aslında. Gezilere gidiyoruz, kültürel aktiviteler yapıyoruz, kahvaltılar düzenliyor, şehir dışına geziler düzenliyoruz. Mesela ilk defa bizimle birlikte tiyatroya ve sinemaya giden kadınlar oldu. Onlar da bize farklı bir sorumluluk duygusu veriyor. Sadece örgü örmek değil bir de böyle bir yanı var bu işin. Herkes aynı kültür ve aile ortamı içerisinde yetişmiyor. Eşleri gelip burayı görmek istiyorlar ve gelip gördüklerinde bize güveniyorlar. Hiçbir yere göndermedikleri eşlerini bizimle şehir dışına gönderebiliyorlar. Bu açıdan kadınların sosyalleşmesi ve özgürleşmesi konusunda da önemli bir buluşma ortamı bu atölye.

Bizim gibi ülkelerde kadınların bir arada olması ve birbirlerine destek olması çok önemli. Bu noktada bu özgürleşmeyle gelen bir de psikolojik bir destek ve güven duygusu kazandırıyorsunuz diyebilir miyiz kadınlara?

Burası bir açıdan da müthiş bir terapi ortamı. Çünkü burada hem dertler paylaşılıyor, hem sevinçler paylaşılıyor. Artık bir aile gibi olduk, birbirimizin bakışlarından neler hissettiğini anlıyoruz. Aramızda böyle sıcak bir bağ ve güven ortamı da kuruldu. Ben çok mutluyum burada birlikte olmaktan. Onlar da çok mutlu oluyor. Bazen atölye saati bitiyor, hala gitmek istemiyorlar. Buraya geldikleri zaman rahat hissediyorlar. İş çıkarmaya, sonuca ulaşmaya, üretim yapmaya başladıkları zaman kendilerine güvenleri geliyor. Etraflarındaki insanlar tarafından beğeni ve destek alıyorlar. Sipariş alıyorlar, ciddi manada çok iyi satış yapıp para kazanabiliyorlar. Bu açıdan da bir yandan ekonomik olarak kendilerine de bir destek sağlıyorlar. Belli bir yaşına gelmiş ya da emekli olmuş ya da ev hanımı bir kişiyi tekrardan sosyal hayata ve üretim hayatına katıyor, takdir edilme duygusuyla buluşturuyoruz. Bunun dışında kuşakları da burada bir araya getiriyoruz. 80 yaşındaki teyzemizle 20 yaşındaki kızımız ‘kanka’ olabiliyor.

İnsanlar artık yeni arayışlar içerisinde ama yapılacak pek bir şey kalmadı. Bu yüzden eskiye bir geri dönüş var her dönemde olduğu gibi. Vintage bunun en güzel örneği. Babaannelerimizin dolaplarını karıştırmaya ve bulduklarımızı kullanmaya başladık mesela. Bu noktada örgüye de böyle bir dönüş oldu. Yeni nesil örgüye ‘Modern Örgü’ diyorlar. Bize biraz Modern Örgü’yü anlatır mısınız?

Modern örgü demek klasik anneannelerimizin ördüğü örgüde kullanılan temelle, benzer teknikler ama farklı malzeme ve modeller kullanarak yeni kuşağa ve günümüze daha hitap eden işler yapmak demek. Sadece patik, hırka, yelek değil; supladan, bardak altlığından, saksıdan tutunda, avize, oyuncak, şık kıyafetler, gece çantaları gibi aklınıza gelebilecek hemen hemen her şeyi yapmak mümkün. İnsanlar artık aynı yerlerden alışveriş yapıyor, aynı şeyleri giyiyor. Kendine göre bir tarzları, kendilerine has eşyaları olsun istiyorlar ve farklı olmak istiyorlar. Örgüyle de bunu yapabiliyorlar. Kendilerine has renklerle kendi tasarımlarını buluşturup kimsede olmayan el emeği kıyafetler, aksesuarlar, ev eşyaları yapmak mümkün.Biriciklik arayışlarına cevap olabiliyor örgü bu noktada. Kullanılan eşyayı da insanın kendisinin yapmış olmasının verdiği haz da tartışılmaz. Bu da  seri üretimden yavaş yavaş bu noktaya getiriyor bizi bence. İnsanlar benzerlikten sıkılmış durumda.

‘Atamız için 2852496” projesine gelelim. Nasıl çıktı bu ortaya, ilk fikir kimden geldi. Nasıl süreçler izlediniz?

Ben daha önce bu projenin daha küçük bir versiyonunu tek başıma denemiştim. 228 parçalık sergimin yanında farklı olsun diye yeni bir şey yapmak istemiştim ve 120x80 cm boyutundaki Türk Bayrağı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasını yapmıştım. Çok zor olmuştu çünkü ölçünün çok önemli olduğu bir şey bayrak ve kendim tek tek yapıp söke söke deneyerek, ilmek ilmek bölerek çıkardım bir şekilde şablonunu. Büyük uğraşlardan sonra gerçekleştirdim en sonunda projeyi. Sergiden sonra kursiyerlerimden ‘hocam biz de yapabilir miyiz’ diye çok talep gelince neden projeyi daha da büyütmeyelim diye düşündüm ve 2 ay önce çalışmalara başladım. Kartopu’na gittim ve “Böyle bir hayalimiz var destek olur musunuz?” dedim. Sağ olsunlar kabul ettiler. Burada da Tepebaşı Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Ataç arkamızda durdu, bize destek oldu. Behiç Erkin Spor Kompleksi bu proje için ayrıldı ve 29 Ekim’de büyük bir şenlikle bu parçaları çim sahada birleştirmiş olacağız. Cumhuriyet’in 95. Yılı anısına 132 kadınla birlikte, 4356 motiften oluşan, 100 metrekarelik bir Mustafa Kemal Atatürk imzası yapacağız. Parçaları 15x15’lik kareler halinde örüyor daha sonra 5’erli parçalar haline getiriyor ve en sonunda da sıra sıra birleştiriyoruz. Büyük bir kısmını yapmış durumdayız. 29 Ekim’de son halini hep birlikte göreceğiz. Çok zor ve meşakkatli oldu ama o günkü coşkuyu düşünerek 2 aydır insanüstü bir çabayla hep birlikte uğraşıyoruz.

Bunun dışında hayata geçirmeyi düşündüğünüz projeler var mı?

Bu projeyle birlikte ürettikçe kursiyerlerimin de üretme isteği ve beklentisi artıyor. Bu sebeple arkamdaki bu destekle birlikte belki bir Atatürk Portresi yapabiliriz. Başka projelerimiz fikirlerimiz de var tabi. Sosyal sorumluluk için, amigurumi örgü oyuncaklar yapıp kimsesiz çocuklara bağışlayacağız. Daha önce yapmış olduğumuz sosyal sorumluluk projeleri de var. Öte yandan burada engelli vatandaşlarımıza tekerlekli sandalye sağlama umudu ile mavi kapaklar topluyoruz.

Guiness Rekorlar kitabına girmek istediğinizi duydum. Nasıl gidiyor bu konuda girişimler?

Yaptığımız bu projenin fikri ve şablonu bize ait olduğu için ve araştırmalarımız sonucunda daha önce böyle bir şey yapılmadığını öğrendik. Guiness Rekorlar Kitabı’na başvurmaya karar verdik. Daha önce yaptığım bayrak ve projenin hem Kültür Bakanlığı’ndan fikrin ve şablonun bize ait olduğuna dair telif haklarını da aldık, 29 Ekim’deki projenin de Guiness Rekorlar Kitabı’na başvurusu ve hakları için gerekli çalışmalarımızı gerçekleştirdik.

Eskişehir’de projeye yönelik ilgi nasıl? Nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Projeyi sosyal medyadan duyurduktan sonra ilgi yoğun oldu. İnsanlar merak etmeye ve sormaya başladılar. Giderek de daha çok duyuluyor. Biz de bu ilgiden dolayı mutlu oluyoruz. Yaptığımız işin manevi boyutu da çok önemli. Atamızın bizlere verdiği ışık ve fikirlerle Cumhuriyet Kadınları olarak daha nice güzel işlere imza atacağımıza inanıyorum.

Haberler